celal yıldız uzaktan eğitim bodrum haber katılım bankası kdv iadesi
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Tiyatro sahnelerinin ve kalemin Stahanov’u Alexis Michalik’ten “Bir Aşk Hikayesi”

07.02.2020 - 11:42    google-news - ABONE OL

Bu oyunun büyük sürprizi ise Michalik’in, kendisinin de, tam yedi yıl aradan sonra bu piyeste başrolde oynaması. Alexis’in diğer dört oyunu da …

Bu oyunun büyük sürprizi ise Michalik’in, kendisinin de, tam yedi yıl aradan sonra bu piyeste başrolde oynaması. Alexis’in diğer dört oyunu da, aynı anda, Paris’te afişlerde ve değişik tiyatrolarda başarı ile oynanmaya devam etmekte… Bu üstün yetenekli yönetmen, yeni piyesinde, kalp acılarını ve kalp kırıklıklarını işliyor… Hem bir aşk hem de bir bağışlama hikayesi… Bu melodramıyla, yine Molieres ödüllerine göz kırpıyor.

Katia (Juliette Delacroix) ile Justine (Camille Soyer) ilk görüşte birbirlerine aşık olurlar; iki kız birbirlerine körkütük tutulurlar. Justine Katia’dan bir çocuk ister… Katia kanserli bir annenin ve alkolik bir babanın kızı olduğu için çocuk olayına sıcak bakmaz; ama Justine’in ısrarları ve dayatması ile her ikisi suni döllenmeyi denerler ve ikisinden bir tek bu işi zorla kabul etmiş olan Katia hamile kalır. Justine, çocuk doğmadan birkaç gün önce ortadan kaybolur. Katia bir kız çocuğu dünyaya getirir ve büyük bir sevgiyle onu büyütür. Aradan on iki yıl geçer, Katia kanser olduğunu ve çok kısa bir ömrü kaldığını öğrenir. Ölmeden önce, kızı Jeanne’ın yetimhaneye düşmemesi için ona bir vasi tayin etmelidir. Elindeki tek seçenek, beş yıldır görmediği alkolik yazar kardeşi William’dır (Alexis Michalik). William beş yıl önce sarhoşken kullandığı arabayla kaza yapmış, hamile karısı ölmüş, kendisi de çarpmanın etkisiyle beyninde büyüyen bir kitleden dolayı halüsinasyon gören, sürekli karısının yanı başında dans eden hayaliyle konuşan, babası gibi alkolik, hayatı ıskalamış, yazarlığı bırakmış, mutsuz ve depresif, ameliyat olmayı reddeden bir insana dönüşmüştür.


William bir çocukla meşgul olamayacağını anlatmaya çalışsa da Katia başka çaresi olmadığını söyler. Hastaneye yatması gerekmektedir… Çıkarken kızını William’ın yanına bırakır… William, Katia’ya son bir mutluluk yaşatmak ister: Justine’i bulur… Justine evlenmiş, iki çocuk doğurmuş, sakin bir hayat sürmektedir. William, ondan hastaneye gelmesini, Katia’dan özür dilemesini ve son bir kere seyahate gitmeleri için ısrar eder; kocasından çekinen Justine önce karşı koysa da sonunda kabul eder. Hastanede karşılaşan iki kadından Katia’nın Justine’e olan aşkının hiç bitmediğini ve Justine’in Katia’nın hamile kalmasını kıskandığı için onu terk ettiğini anlarız. Gece otel odasında birbirlerinin kollarında sevişirlerken, Katia komaya girer… O arada evde William on iki yaşındaki yeğeniyle baş etmeye gayret etmektedir… Bu küçük kızın bilgisi, okuduğu kitaplar, felsefe üstüne fikirleri, Emmannuelle Kant’ın sıkı takipçisi olması, dayısının yazdığı bütün kitapları okumuş olması karşısında şaşkındır. Katia ölür ve William yeğeniyle yalnız kalır… Küçük kız yazar olan dayısını kendine rol model seçmiştir… Ama William artık kendini yazarlığa layık görmüyor, ta ki 12 yaşındaki yeğeninin hatıra defterini gizli gizli okuyup da, küçük kızın içindeki öfkeleri, acıları, yaşadığı haksızlıkların satırları arasında gezinene kadar. Bu kızda kendi öfkelerini keşfediyor, küçük kızın vasisi olabilmesi için ameliyat olup iyileşmeyi, hayaletlerinden ve kabuslarından kurtulmayı, alkolü bırakıp normale dönmeyi kabul ediyor ve ameliyata hemen karar veriyor.

YARALAR, KIRGINLIKLAR VE KIRILGANLIKLAR…

Bu oyunda, aynı zamanda, kalıtımsal hastalıklar da gündeme geliyor. Katia’nın kanseri annesinin genlerinden, William’ın alkolizmi de babasından miras kalmış. Tabii ki insanlar, gerçek hayatta kalıtımsal hastalıklarla baş edebilirler; çocuk yapmayabilirler, bağımlılık yapan maddelerden kendilerini uzak tutabilirler… Ama tiyatroda olaylar böyle gelişmiyor… Yalnız trajik olaylar cereyan etmiyor… Umut ön plana çıkıyor… Trajik, komik unsurlarla hafifliyor.

Büyük aşklar nasıl da günün birinde pat diye sona erebiliyor? İşte bu oyunda sorgulanan da tam olarak bu… Aşk içinde birbirlerine sarılmış, tutkuyla bağlanmış, gözleri başka kimseyi görmezken, nasıl oluyor da bu insanlar böyle bir ayrılığı, yası, kaybı, terk edilmeyi yaşayabiliyorlar? Ama, acılarına, aşk yaralarına rağmen, koltuk değneklerini kollarının altına takıp sekerek yaşamaya devam ediyorlar… Dibe batsalar da, birbirleriyle yüzleşebiliyorlar, karamsarlık ve umutsuzluktan bir anda silkelenip, ölüm karşısında birbirlerine kenetlenebiliyorlar; acılar içinde kıvransalar da sonuna kadar, büyük bir kuvvetle yaşama sarılıyorlar. Biz seyirciler, onların yaşadığı acılara, sükutu hayallere, sıkıntılara kah gülüyor, kah ağlıyoruz. Her bir karakteri ayrı ayrı sevip, kendimize yakın hissediyoruz. Bu bir buçuk saatlik gösteri, bir çiftin aşk hikayesi gibi dursa da, aslında bu oyun, kardeş sevgisini, evlat sevgisini, aşkın filizlenmesini, aşkın sona ermesini ve bitişten sonra kalanı derinlemesine işliyor. Her karakterin içinde taşıdığı yaralar, kırgınlıklar ve kırılganlıklar… Bunlar ortaya döküldükçe, samimiyet, açık yüreklilik ve içtenliğin ilişkilerdeki önemini ve çok yakınının kaybıyla yaşanan travmayı anlıyoruz.


Oyun, oyuncuların bir arada Charles Aznavour’un “Et Pourtant” (Her şeye rağmen, yalnız seni sevdim) şarkısını canlı söyledikleri parçayla başlıyor. Oyun boyunca seçilmiş müzik parçalarının hepsi bilindik ve çok hoş.

Fişek gibi bir tekst, ince ve keskin; büyüleyen ve duygulandıran bir oyuncu kadrosu… Pratik ve orijinal bir dekor tasarımı… Dekor, kostüm, zaman değişiklikleri inanılmaz bir hızla hem de bire bir seyircinin önünde oluyor… Dekor değişikliğini, oyuncular kendileri büyük bir ustalıkla oyuna devam ederken, repliğini sonlandırırken, el çabukluğu ve kıvraklığıyla, taşınabilir mobilyalara takılmış pratik mekanizmalarla, şaşırtıcı bir sürat ve zerafetle yapıyorlar. Ritmi yüksek, hiciv ile bezenmiş duygusal ve kıvrak diyaloglar etkileyici.

Alexis Michalik şeytani bir beceriye ve çok ince bir zekaya sahip. Eşi benzeri olmayan bir tiyatro adamı. O çekmeceli hikayelerin ustası… Bir ses, bir kostüm ya da bir dekor parçasının değişmesiyle, seyircisini, yeni karakterlerle başka bir döneme götürebiliyor. O bir hikaye anlatıcısı, bir öykücü… Bir tekst ve epik bir nefesle seyirciyi sıkmadan hikayesini anlatıyor. Hem yazan, hem sahneye koyan, hem oynayan, hem şarkı söyleyen bu yeteneğe kocaman bir alkış.


Bu Haberi Paylaş
ETİKETLER: , , , ,
          google-news
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.