celal yıldız uzaktan eğitim bodrum haber katılım bankası kdv iadesi
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

“KEFERNAHUM”U MAHSUN KIRMIZIGÜL ÇEKSEYDİ YİNE BEĞENİR MİYDİNİZ YA DA “MIN DIT” KÜRTÇE OLDUĞU İÇİN Mİ İLGİNİZİ ÇEKMEDİ?

Arzu Arda Deger
"Perde büyülü bir dünyadır. Öyle bir gücü vardır ki, duyguları başka hiçbir sanat formunun yanına bile yaklaşamayacağı bir şekilde ortaya çıkarır" Stanley Kubrick

Bir önceki yazımda sinemamızın çok sevilen komedi ve Yeşilçam ağırlıklı filmlerini çekebilecek olası yabancı yönetmenlerle eşleştirmiş; böyle olmasi durumunda bahsi geçen her bir filmin dünyaca bilinen, sevilen, “iyi/çok iyi film” listelerine koşulsuz girebilecek eserler olacağını, ancak kendi ülkemizde yeteri ilgiyi, değeri görmemiş ve hak ettiği yerlere gelememiş olduğunu belirtmiştim.

Kaldığımız yerden devam niteliği taşıması açısından, bu yazımda bu sefer bizden olmayan bir filmi, son dönemde çok beğenilen ödül avcısı Kefernahum (Capharnaüm) ‘u konuşmak istiyorum ve sorumu yineliyorum; Kefernahum’u Mahsun Kırmızıgül çekseydi yine beğenir miydiniz?

Şuna bir karar verilmeli artık; bir sinema filmini değerlendirirken onu, salt “sinema eseri” olarak görüp, teknik ve dramatik yönlerini analiz ederek mi puanlayacağız, yoksa “yönetmenine, menşeine, kimin oynadığına, ödül alıp almadığına vs.” bakarak” zaten 1-0 önde mi başlatacağız maça?

Müsaadenizle niyet okuyorum; şundan çok eminim ki, Kefernahum’u kendinden geçercesine ağlayarak izleyenler, bunu Mahsun Kırmızıgül çekseydi aynı oranda beğenmeyecekti, hatta sinemaya gidip izlemeyecekti bile! Doğru oturalım, doğru konuşalım! Bu kadar ajitasyonu biz birçok filmde gördük, kendi filmlerimizde de gördük. Mahsun Kırmızıgül’den yola çıkmam onun filmlerini aşağılamak için değil, kendimize samimi olmamız açısından sığındığım en doğru örnek. Bırakın Mahsun Kırmızıgül filmlerini, “entelektüel sinema camiamız”da Müslüm filminde muhteşem performans göstermiş olan Timuçin Esen bile hakettiği takdiri göremiyor! Neden? Arabesk bir şarkıcıyı canlandırdığından, net! Ama film “bizden” olmayınca, afişler “Muazzam”, “Sarsılmaya Hazır Olun” , “Başdöndürücü Bir Film” , “Şaşırtacak Bir Yönetmenlik Mucizesi” diye etiketlenip, üstüne film Oscar’ın ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ kategorisinde yerini alınca, baştan şartlı refleksinizi ve manipüle edilmiş zihninizi alıp sinema salonuna koşuyor, çıktığınızda da “en çok ağladığımız film” ya da “toplumsal sorunlara değinen film en iyi filmdir” mottosuyla bir filme en olmadık tarafından bakıyorsunuz. Şunu da eklemek isterim ki, Kefernahum bir sinema filminden ziyade bir belgesel filmdir benim için, filmi bu şekilde ele alırsak daha doğru çıkarımlar yaparız.

Filmden nefret ettiğimi falan düşünmeyin bu arada, hatta ben filme çarpılarak başladım;
– Anneni ve babanı niçin dava etmek istiyorsun?
– Beni dünyaya getirdikleri için.

Ebeveyn&çocuk hikayelerinde fazlasıyla hassasım, çocuk doğurmamış ve ‘henüz’ düşünmeyen bir kadın olarak, bir gün olursa ve ilerde bana şu serzenişte bulunursa diye de şimdiden dert edinirim; çünkü ben kendim bu halimle şikayetçiyim dünyadan, Zain’i ise %100 haklı buluyorum. Bu sözlerden etkilenmemi bırakın, filme korkarak başladım, “Arzu hazır ol, ciğerin delinecek” dedim. Elbette ağladım izlerken, böyle bir hikayenin dokunamayacağı bir insan evladı olabilir mi? Hele o finali…

Dinamik rejisiyle, muazzam oyunculuklarıyla (ki hepsi kendisini oynuyor) , doğal dekor sokakların verdiği atmosferiyle film sizi hemen sarıyor, kurduğu dünyaya dahil ediyor. İlerledikçe gelebilecek sahneleri, hatta diyalogları, hatta finali tahmin etmek de zor olmuyor… İşte, benim için sinema bu değil! Gerçekliği vermek adına çocukların yanında sigara içilmesini lüzumsuz buluyorum, artı Labaki’nin ayarı kaçan üslubuyla festivallere oynadığı da ayan beyan ortadayken, çocuk istismarına kaçan bu işten rahatsızlık duymamam mümkün değil, kusura bakmayın!

Çocuklarla çekim yapmanın ne kadar zor bir mesele olduğunu bilen biri olarak, izlerken kendisi de oyuncu olan filmin yönetmeni Nadine Labaki’nin bu meziyetini bu alanda konuşturmasını takdir ediyorum, ancak yine de ne kadar iyi yönetmen olursanız olun oyuncularınız, 12 yaşında profesyonel olmayan ve henüz 1-1,5 yaşında olan bir bebekten ibaret iki çocuk…. “Kesinlikle defalarca kayıt aldı, mizansenle ya da doğaçlama, kamerayı açık bıraktı ve ne düştüyse payına kaydetti” diye düşündüm, ki bunda pek yanılmamışım , zira Labaki’nin “Film sonunda elimizde 500 saati aşkın bir görüntü vardı” diye kendi açıklaması var.

Çocukların gözünden anlatılan hikayeleri pek seviyoruz, dokunaklı buluyoruz biliyorum. Başlıkta bahsettiğim bir film var “Min Dit / Ben Gördüm”. Anne ve babası bir gece Diyarbakır-Batman yolunda, gözlerinin önünde katledilen biri bebek, üç çocuğun hayatta kalma, sokağa düşme hikayesini anlatıyor. Hikaye bu olunca ve merkezde çocuklar olunca ajitasyondan kaçınılamıyor bir yerde. Altın Portakal Film Festivali’nde Behlül Dal Jüri Özel Ödülü, Uluslararası Hamburg Film Festivali’nde Genç Yetenek Ödülü, İstanbul Film Festivali’nde de En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Müzik ödüllerini kazanmış bir yapım. Bilmiyor olmanıza şaşmam, hatta sektörde olup haberdar olmayanların/ izlemeyenlerin sayıca fazla olduğu kanaatindeyim. Hikayenin ne kadar “gerçek” olduğu bir noktada anlamını yitiriyor, çünkü filmin dili ,yer yer Türkçe konuşulsa da ,Kürtçe! Mesafe koymanız için başlı başına geçerli bir sebep! Bir Lübnan ya da İran filmi olsa belki o da 1-0 önde başlayacak. Gerçi aldığı ödüllere bakarsak gözardı edilmemiş film.

Ben, yazımın en başında bahsettiğim samimiyet meselesine değinerek seyirci açısından sorguluyorum işi. Sinemaya gönül verenleri, yapanları, çekenleri, yazanları, film izlemeyi sevenleri dahil ederek, büyük resme bakalım, objektif olalım, daha doğru analizler yapalım istiyorum.

arzuardadeger@gmail.com

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.