celal yıldız uzaktan eğitim bodrum haber katılım bankası kdv iadesi
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

KAPİTALİZM “KARANLIK SULAR”DA BOĞULUR MU?

Arzu Arda Deger
"Perde büyülü bir dünyadır. Öyle bir gücü vardır ki, duyguları başka hiçbir sanat formunun yanına bile yaklaşamayacağı bir şekilde ortaya çıkarır" Stanley Kubrick

 

Sinemacı olmasaydım büyük ihtimalle gazeteci olurdum, araştırmacı gazeteci elbette. Okul tercih listemin sanırım, dört tanesinden sonrakiler hep gazetecilikti. Neyse ki bu iş, iletişim fakültesinde okurken aldığım gazetecilik dersleri ile ukde olarak kalmadı içimde. Haftalardır gündemimizi işgal eden Oscar ödül töreni, adaylıkları, kazananı, kaybedeni, hakedeni, etmeyeni derken yılın en iyi araştırmacı gazetecilik ve hak mücadelesi örneği filmi olan “Karanlık Sular” sessiz sedasız vizyona girdi. Bu tarz filmleri kıymetli buluyorum, özellikle anlatılan gerçek bir hikayeyse; yazımın amacı da filmi daha görünür kılmak, çünkü es geçmeyin istiyorum.

Nathaniel Rich‘in 2016’da New York Times’da kaleme aldığı “The Lawyer Who Became DuPont’s Worst Nightmare” adlı makalesinden uyarlanan “Dark Waters / Karanlık Sular”  şirketler hukukunda savunma avukatı olan Robert Bilott’un (Mark Ruffalo) kimya endüstrisinin dev firmalarından DuPont‘a dava açmasını , şirketin insan hayatına mal olan çevre kirliliğine ve hastalıklara yol açtığını ispatlamaya çalışmasını konu ediniyor.

 

Oyuncu kadrosunda Mark Ruffalo, Anne Hathaway, Bill Champ, William Jackson Harper, Tim Robbins ve Victor Garber’ın yer aldığı filmin rejisi Todd Haynes’a ait. Todd Haynes’ın filmografisini hatırladığımızda “Cennetten Çok Uzakta”, “Beni Orada Arama” ve “Carol” filmleri akla geliyor, benim hafızamda daha çok yer edinen işi ise, beyaz cam için çektiği HBO yapımı olan Mildred Pierce (2011). Kate Winslet, Guy Pearce, Evan Rachel Wood’un başrollerinde olduğu bu 5 bölümlük mini dizi ülkemizde bir zamanlar ismi Cnbc-e olan kanalda yayımlanmıştı. Emmy ve Altın Küre ödüllü bu diziyi de bulduğunuzda izlemenizi öneririm.

Mark Ruffalo’nun oyunculuğunu ve yer aldığı projeleri önemsiyorum. DuPont ismiyle yanyana görünce, bu iki ismin beraber oldukları başka bir filmi anımsadım hemen: Foxcatcher Takımı (2014). Film, dünya ve Olimpiyat şampiyonu ABD’li güreşçi olan Mark Schultz ve kardeşi Dave Schultz’un hikayesini perdeye taşımıştı. Çok zengin bir iş adamı olan John du Pont, Mark’ı kendi takımı Foxcather’a katmak ister; abisi ve aynı zamanda antrenörü olan Dave’in gölgesinde yaşayan Mark için bulunmaz bir fırsattır. DuPont her iki güreşçinin Seul Olimpiyatları için sponsorluğunu üstlenir. DuPont gücünü maddi zenginliğinden alan,annesiyle sorunlar yaşayan, militarist ve karanlık biridir. Film, merkezine aldığı güreş sporunun fonunda kapitalizm, güç, hükmetme, psikolojik sorunlar, burjuvazi, siyaset, milliyetçilik gibi kavramları da işliyordu.

“Karanlık Sular” ise, kimya devi DuPont’a karşı verilen 20 yıllık hukuk mücadelesinin başlangıcına götürüyor bizi, 1998’e. DuPontlar’ın ‘PFOA’ (Perflorooktanoik Asit / C8 olarak da bilinir) denilen madde ve çok daha fazlasıyla çevreyi ve kitleleri nasıl zehirlendiğini, teflonun Amerika’daki ailelerinin mutfağına girişini, hayvanların telef olmasını ve nihayetinde kanserin yaygınlaşmasını noksanları olan bir senaryo, Ruffalo’nun sırtlandığı oyunculuk performansı, görsel anlamda başarılı olan sinematografisi ve rejisi ile sunan bir yapım.

Wilbur Tennant (Bill Champ) ismindeki çiftçi arsasının kirletildiğine, hayvanlarının telef edildiğine dair delilleri toplayıp Rob Bilott (Mark Ruffalo) ‘a gelir ve dava açmak istediğini söyler. Burada bizi gülümseten(!) nüans ise Bilott’un çevre davalarında kimya şirketlerinin tarafında olan avukat olduğudur. Tennant’ın , Bilott’un babaannesinin komşusu olmasına ilgisiz kalmayan Bilott, onun kasabasına giderek yaptığı araştırma sonucunda işin ciddiyetinin farkına varır ve araştırmasını derinleştirir. İşin vahametini kendi avukatlık şirketi ile de paylaşan Bilott başlangıçta destek görse de tam anlamıyla bu gücü arkasına alamaz. Hatta avukat olan eşi bile bu davada kendisinin karşısında yer alır. Azmini, cesaretini, araştırmasını bırakmayan Bilott’ın 15 yıllık mücadelesinin sonunda DuPontlar zararın tazmin edilmesi talebini kabul ederler.
Burada avukat Rob Bilott’un şahsi çabası takdire şayan, çünkü karşısına aldığı Amerika’nın en güçlü, en zengin ailesi DuPontlar. Siyaseten de karşısına aldığı kişiler var ve dahası işini kaybetme riski var. Ama işte bazen idealist ve cesur biri çıkar ve tüm çarkı ters yöne çevirir. Her zaman büyük balık, küçük balığı yutamaz.

 

Karşısına aldığı DuPontlar dedim, ancak bu aileyi filmde neredeyse görmüyoruz, hatta temsilen bir karakter ile yetinilmiş; anlatımda daha çok Rob Bilott’un araştırma, inceleme detaylarına yoğunlaşılmış. Bu bilinçli bir tercih olsa gerek, ama seyirci olarak bunca zarara sebep veren sorumlu/ sorumluları (devlet ,medya, siyasi ayağı da dahil) görmeyi, gerçek bir hikayenin gerçek ve birebir çatışma anlarını da izlemek isterdim. Burada yönetmenin tercihini belki de şöyle okumak lazım; insan hayatına kastedenler belli bir kişi, zümre, kurum ya da siyasi figürden çok kapitalizmin ta kendisi aslında. Şeytanın ta kendisi, kapitalizm!

Senaryodaki bazı noksan yerler tolere edilse de rahatsız eden bir Anne Hathaway performansı var ki, yönetmenin bu aşırıya kaçan oyunculuğa müdahale etmemiş olmasını anlamakta güçlü çektim. Kendisi de kocasının şirketinde avukat olan, ancak çocuğunu yetiştirdiği için çalışmaya ara veren Sarah‘nın (Anne Hathawey) mesleğinin gereklerini çoktan unutmuş, evini ve ailesinin geleceğini düşünen “anne” kimliğinde konumlandırılması beni rahatsız etti. Her şeyden önce mesleği avukat olan biri, başka birinin hak arayışının sebebini ,en azından bu işin bir ucundan tutan kocası ise, anlamaya gayret eder, ki Sarah “nedir, neden bu işi üstlendin?” diye eşine sormayadahi tenezzül etmiyor ve karşı gelişini aşırıya kaçan beden dili ve mimiklerle veriyor. Filmin genel anlamda iyi olan atmosferi içerisinde bu performans epey sırıtıyor.

Todd Haynes’in yukarıda bahsi geçen çalışmalarının görüntü yönetmeni olan Edward Lachman bu filmin de kamera arkasındaki isim. Arri Alexa Mini kamera ile çekilen filmin planları çoğunlukla geniş ölçekte tutulmuş, renk düzenlemesi başarıyla kotarılmış.

Ülkemizde 7 Şubat itibarıyla vizyona giren “Karanlık Sular”ABD‘de Aralık 2019’da vizyon görmesine rağmen ödül sezonunda es geçildi. Bence herkesin mutlaka izlemesi gereken bir film. Çevre kirliliği günümüzün en büyük problemlerinden biri; şirketlerin insan sağlığını hiçe sayan üretim ve tutumları ile devletlerin buna “müsaade” ettiği bu düzende filmin meselesi çok kıymetli, güncelliğini de asla yitirmeyecek. Filmi izlerken kendime şunu da sıkça hatırlattım; sırf para kazanmak uğruna kendi insanının sağlığını yok sayan süper güçlerin, dünyanın başka memleketlerindeki insanlara neler neler yapabileceği gerçeğini!

Filmin uyarlandığı New York Times makalesini okumak isteyenler için buraya not düşüyorum;

https://www.nytimes.com/2016/01/10/magazine/the-lawyer-who-became-duponts-worst-nightmare.html?fbclid=IwAR0mQIEEU-wHyxS1glQxF7qQkPJFx8cEndAO4O_gNlURGIjmeVnFVxGvlWQ

 

Filmin fragmanı;

Bu seferki şarkımız jenerikten;

 

YORUMLAR

  1. Servet Ozarpaci dedi ki:

    Şahane bir yorum…

    1. Arzu Arda Deger dedi ki:

      Çok teşekkür ederim Servet Bey